19 Temmuz 2017 Çarşamba

Tahsin Yücel’in “Yalan”ı ve Post-truth

“Gülünç ile acıklının iç içe geçtiği anlatımıyla, yaşadığımız dönemin çelişkilerine tanıklık eden ilginç kişileriyle Yalan, günümüz toplumunun hastalıklı yanlarından birine parmak basıyor. Romanın odak kişisi, şaşırtıcı bilgisini ansiklopedilere ve olağanüstü belleğine borçlu olan, yapayalnız, silik, beceriksiz, ama benzerine güç rastlanır bir adam: Yusuf Aksu. Saçma bir aşk yüzünden on yedi yaşında kendini öldüren bir sınıf arkadaşının anısı, Yusuf'un yaşamına bambaşka bir yön verir. Arkadaşının kuramı kendisine mal edilince de çok geniş bir hayran kitlesinin gözdesi olur. Çevresinin kendisine dayattığı kimliği üstlenir. Ancak mutsuz bir aşkın ardından, yalnızca yanıldığını görmekle kalmaz, başta kendi kimliği olmak üzere, her şeyin yalan üzerine kurulduğunu anlar. Edebiyat dünyamızda büyük ses getiren Peygamberin Son Beş Günü adlı romanından tam on yıl sonra usta yazar Tahsin Yücel, çağımızda toplumsal bir alışkanlığa dönüşen, ama evrensel boyutlara uzanan yalan'ı ele alıyor.”
Arka kapaktan

Tahsin Yücel’in 2003 yılında “Ömer Asım Aksoy Roman Ödülü” ve “Yunus Nadi Roman Ödülü”nü kazanmış  “Yalan” romanı 672 sayfa kalın bir kitap olarak gözükse de dil ve anlatımdan dolayı kolay okunan bir eser. Tahsin Yücel’in eserleri herkes tarafından okunabilecek dil ve anlatıma sahip. Yalan tüm eserleri içindeki en kapsamlı romanı. Dolasıyla diğer eserinin ana muhtevalarını Yalan’da bir arada görebiliyoruz. Dil bilimci olduğu gibi dilimize kazandırdığı sözcükler romanlarında da karşımıza çıkıyor. Kitapta tarihten, sanattan, müzikten ve felsefeden bir çok isim ve olay geçtiği gibi, Tahsin Yücel bu isimlerin ve olayların kavramsal dünyalarına dair yorumlamalar yapmayı da ihmal etmez.
Yalan romanında hakikate uymayan bir tezi savunan Yunus-Yusuf Aksu’nun zamanla popüler olması tanınması, etrafında büyüyen kalabalığın içinde gerçeği bildiği o yalanı devam ettirmesinin yaşamı kitaptaki ana konuyu oluşturuyor. Yalnız bir adamın yalnız kalmamak adına bir yalanı nasıl sahiplendiğini okuyoruz. Bazı yalanlar vardır insanlara sosyal çevre ve statü kazandırır. Daha doğrusu insan böyle olduğunu zanneder. Ömrü bir yalan etrafında yaşamak yaşamaya benzemez. Bu bir anlamda korku, tedirginlik endişe içinde yaşamaktır aslında. Göreceli yapay mutluluklar katabilir, zenginlik de katabilir belki. Ama korku içinde yaşamak; bir gün o yalanın ortaya çıkacağı korkusuyla yaşamak kitapta anlatılan bir yaşamdır. Ama sadece bununla sınırlı değil. Okumuş yazmış insanların, bilim adamlarının, sanatçıların, edebiyatçıların dahi bu yalana nasıl inandıklarını görüyoruz. Tahsin Yücel, Türkiye’yi siyasal ve tarihsel olarak çok iyi bilen bir aydınımızdı. Dolasıyla romanda anlatılan bir Türkiye gerçeğidir de aynı zamanda. Bu gerçekleri yazan insanları pek tanımıyoruz. Ama tarihimizde hiç olmamış olayları olguları, bir romanda gerçekmiş gibi sunan ödüllü yazarları devamlı piyasada görmekteyiz. Göz ardı edilemeyecek bir konu. Şimdilik bir başka yazıda incelemeye bırakalım.
Dil yazıdan doğar gelişir yoksa yazı mı dilden doğar. Dilden kastedilen konuşma ve sözcükler. Önce resim vardı sonra ses geldi gibi düşünebiliriz. Elbette konuşmanın tarihini bilemeyiz ama yazıdan önce dilin var olduğunu biliyoruz. Fakat kitabı okuyunca zaman zaman dilin yazıdan doğduğuna inanabiliyor insan. Roman bu süreklilikte bizi de bu yalana ikna edebiliyor.
Tahsin Yücel bilindiği gibi bir dil bilimcidir ama bir dil bilimciden fazlasıdır da. Fransızca’dan yaptığı çeviriler onun romanlarındaki fransız kültürü etkisini; edebiyattaki karakter ve karakterlerin psikolojisindeki güçü vurgularda anlatımlarda da görebiliyoruz. Yunus Aksu ve Yusuf Aksu iki kardeş /iki arkadaş. Kitap boyunca bu iki karakterin hangisini okuduğumu şaşırdığım oldu. Halen daha hangisi olduğunu hatırlayamıyorum.
Tahsin Yücel romanlarına bilgiyi koymayı ihmal etmez. Fakat bu bilgiyi bir “tez romanı” havasında değil, (Örneğin Kemal Tahir’in romanlarındaki köylü diyalogları ) bilakis bunu diyaloğun yada anlatımın içinde olayın, olgunun ve karakterin yapısına göre verir. Göstergebilim; fransızca ifadeyle semiyotik bir tarzla romanın akışın uygun olarak bilgiyi sistematik bir süreçle okura sunar. Bu da anlatımda kopukluk yada acayiplik yaratmaz.
“Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalan teşkilat kurmuş, doğru yalnızdır.”                                                                                                                                                                                                                        Yaşar Kemal
Yalan her yerde değil. Yalan, Yaşar Kemal'in ifadesiyle örgütlü bir halde. Tahsin Yücel’in romanı yalanın nasıl teşkilatlandığını anlatıyor. Bugün kimi çevreler hangi yalanlar üzerinde ortaklaşıyorlar. Bazıları yalanlara sorgusuz sualsiz kabul ederken bazıları süreçlerle yalanlara entegre oluyor. Örgütlü yalanın etkisine giriyor. Yalan örgütünün "gururlu" bir üyesi oluveriyor. Bu da yalan gerçeğine karşı sorgulayarak şüpheyle yaklaşarak o yalana saygı duyulduğunu gösteriyor ve yalanın artık gerçekmiş gibi algılanmasına sebebiyet veriyor. Sonuçta da karşımızda pırıl pırıl bir “post-gerçek”çıkıyor. Bu post gerçek algıyla günümüz kimi “edebiyat” yada “aydın” çevrelerinin büyük ölçüde romandaki süreçlerle benzeştiğini düşünüyorum. Siyasal ve sosyal olayların tahlilini yaptığımızda Yalan’daki gerçekliğin derinliği ve kapsamı büyüyor.
Oxford Sözlük 2016 için yılın kelimesini seçti; “Post Truth” yani post-gerçek yani gerçek ötesi; yani “Yalan”.
Dünyayı yöneten liderlere de baktığımızda insanların politik kültür içinde post-gerçek bir olguyla hareket edip liderlerini seçtiklerini görüyoruz. Trump örneği ve Avrupa’da yükselen yabancı düşmanlığından beslenen partiler-hareketler. Yalan olgusunu bir karakter bir kişilik bilinci olarak görmediğimiz sürece dünyayı aptallar yönetmeye devam edecektir. Çevremizdeki yalan merkeziyetçiliğini deşifre etmeyen her sosyal grup da bu aptallar tarafından yönlendirilmeye muhtaçtır. Yalan bireyle başlar ama kitleselleşir. Kitleselleştikçe gücü artar. Tahsin Yücel de yalan olgusunu çocukluğundan ölümüne kadar bir karakterin yaşamından anlatıyor. Sonuç olarak Tahsin Yücel’in "Yalan"ı; post-truth denen olgudur.
İnsanlar kendilerine bir dünya kurabilir ve bu dünya yalanlarla dolu olabilir. Çünkü insan yaratan bir varlıktır ve bir sürü gerçeklik yaratabilme kabiliyetine sahiptir. Fakat hakikat tektir; Tevfik Fikret’in dediği gibi “hak bildiğin yolda yalnız yürüyeceksin”. Gerçekliklerde ortaklaşma olabilir ama hakikat ortaya çıktığında o gerçeklik de yok olmaya mahkumdur. Yalnız yürümek; hakikati yalnız aramak, insanın kendine olan güveni ve saygısıdır. Kendi öz benliği ve vicdanıdır. Yalanın teşkilatlanmasını engellemenin tek yolu insanın, aklı hür vicdanı hür irfanı hür bir şekilde büyümesi, yetişmesi ve ilerlemesidir.

Doğan Sevimbike 

Hiç yorum yok: