28 Ağustos 2013 Çarşamba

Gerçeğin Büyüsü ve Ütopya

"Hiçbir zaman okulumun eğitimimi engellemesine izin vermedim."
                                                                           Mark Twain


    Bilim ve hayal gücü uygarlığın iki temel unsurudur. Hayal gücü, insanı özgür kılar, hayata tutunmayı ve öğrenmeye yönlendirir. Öğrenme merakı yeni ufuklara, bilinmezlikler ufku ise bilime yol gösterir. Devrimler, toplumsal dönüşümler ile aydınlanma süreci bu diyalektik döngünün  bir nehir gibi sürekliliğidir. Peki İnsanlık medeniyetinin bir parçası olarak bulunduğumuz coğrafyada bizim sürekliliğimiz nedir? Dünyada nerde durmaktadır?  Öküzün boynuzlarındamıyız yoksa tarihle beraber ilerleyen bir döngüdemiyiz. Merak ve hayal gücü hertürlü baskının karşısında gerçeği ortaya çıkarmıştır. Çünkü gerçeği görmek merak edip sorgulamakla başlar, Marks'ın dediği gibi "her görünen gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı" Görünenin ardındakini görmek soru ile başlar. Yönümüzü bulmakta elbette sorarak olucaktır. Yoğun ve suni gündemlerle beynimizin yönlendirildiği, aşırı kavram kargaşalarının bilinçli uyudurulup tartışmasız kabul edildiği bir dönemde yaşıyoruz. Yeni Ortaçağ kavramının atfedildiği bu dönemde  aydınlanma  merak ve hayal gücümüzün yarattığı düşünce devrimi ile büyür.
    jules-verne-prophetBilimsel bilginin ve örgütlenmenin önemini kavratmak ve kavramak insanoğlunun ufku açısından geleceğe renkli ve güvenle bakabilmektir. Coğrafyamızdaki düşünce döngüsüne bakarsak; Homeros'tan Heredot'a, Mevlana'dan Yunus Emrelere Nasreddin Hoca'dan Aziz Nesin'e Nazım Hikmet'ten günümüze tabu yıkıcılığı ve düşün hayatımızın temelleri çok çeşitlidir. Tarihsel zengilik topluma yeni ufuklar açar, fakat tarihsel çeşitlilik ve  geçmişin kaynaşmışlığı bir toplumu ileri götürmede yeterli değildir. Gelenek ve kültürün oluşumunun sebebi bu zenginlik olsa bile, kült olan kültürleşen yerşelik bir takım gelenekler de değişebilir, toplumun ilerleyişi işte bu değişim dönemleri ile olur, yeniden merak etme ve hayal kurabilme sürekliliği hareketi sağlar. Geleneklerin değişmeleri zaman alır fakat  genel olanı kabul etmek ile etmemek arasındaki çizgi aynı zamanda bir var olma mücadelesinin de damarını oluşturur. Örneğin bütün dinlerin doğduğu Ortadoğu'ya baktığımızda medeniyetlerin beşiği dediğimiz yerler bugün mezhep çatışmalarının, yıkmanın ve yakmanın   düzen olduğu sömürü alanlarıdır. Türkiye'nin bugünkü tarihsel ve politik durumu da bundan pay alan cinstendir.  Yeni dünya düzeni ile Afganistan'la başlayan (Daha erken bir başlangıç olarak SSCB'nin yıkılışından itibaren de diyebiliriz) "terörist" avı  Irak'ın parçalanmasını Tunus'un Libya'nın Mısır'ın ve şimdi Suriye'nin mezhepsel ve etniksel parçalanmalarını bir film gibi seyrediyoruz. Elbette Mısır'ı ayırırsak bu gibi devletlern, suni tarihsel yapıda devletler olduğu gerçeği ile beraber seküler yapıda olmaları başka bir gerçeği açığa çıkarıyor. Uluslarası medyanın pompaladığı "tek adam diktatörlükleri yıkılacak demokrasi gelicek" vaadi, bölge halkları için özgürlük değil hapislik ve kıyım getirmiştir.  Dünya kamuoyuna demokrasi getircez diyen Batı dünyasının politikasında; laik sistemsel yapı, bölgeye giriş için değiştirilmesi gereken düşünsel ve kurumsal engeldir. Eğer bu kalkan yıkılırsa tahakküm gücü artacaktır. Bugün Ortadoğu halklarının bunalımı seküler savunma mekanizmaları olan bilimsel ilerleme ve ütopyacı dünyalarının yıkılmış olmasındandır.  Mezhepsel ve etniksel söylemler ile yürütülen politikayla akıl ve bilimi hedef alan gerçekçi politikalar gizlenir. Örneğin Libya'da Hz.Muhammed'i konu alan filmi yayınlatan ABD elçisinin öldürülmesi fakat toprağından suyuna, enerjisinden  insanına kadar sömürülen coğrafyada bu kadar örgütsel bir tepkinin verilmemesi bununla ilişkilidir. Toplumsal yönelimi başka yöne çekmek gerçek olmayanı ihtiyaçmış gibi hissettirmek suni kurumlar, gündemler ve suni tarihler yaratarak ayrıştırmayı esas kılmak, farklılıklara vurgu yapmak, rengarenk devrimler gerçekleştirmek, Yugoslayva'da da başka bir benzeri olduğu gibi bu coğrfayanın kaderi haline gelmiştir. Uygarlık yapı taşlarının yok olması ile paralel iç savaş hali, toprak ve insan sömürüsü. Mezhepsel etniksel düşünce tartışmalarının enerji-ekonomi ve bağımsızlık eksikliğinde yapıldığı zeminler gerçekliklerden bir hayli uzak olmakla beraber medeniyetin içinde yok olmaya mahkumdur. Fakat ütopyalar yaratan hayal kurabilen bir toplum bağımsızdır. Farklılıklara ayrıştırmak için vurgu yapmaz  tam aksine çeşitliliği bütünleştirmek için ideal bir yeni dünya hayali olarak görür.
Aydınlanma;  merak ve hayal gücümüzün yarattığı düşünce devrimi ile büyür.
   Peki burda  ütopya nedir, Oscar Wilde'nin dediği gibi "ütopyası olmayan bir haritaya bakmaya değmez" bilim kesinlik değil, insana hep ufkun olduğunu gösteren bir büyüdür. İnsan ise merak ettikçe bilimin açtığı ufka bakıp ütopyalarını kurdukça yenilikler yaratır. Avrupa'nın Rönesans ve Reform aydınlanması İslam Dünyası ve Yunan-Anadolu uygarlığını yeniden ortadoğu halklarından keşfederek yeni ütopyalar kurarak oluşturması tarihsel bir gerçektir. Özellikle Batı Avrupa'ya ve İberik yarım adasına olan Emevi akınlarının İspanyol Katolikleri ile uzun yıllar savaşması ve aynı yerlerde uzun yıllar yaşamaları Toledo şehri gibi kültürleri birbirine tanıtmış ve yenilik hareketlerinin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Ama gelin görün ki İbn Sina'nın eseri 16 yüzyılda çıkmasıyla birlikte ancak 19 yüzyılda Osmanlı'ya gelir. Akıl ve bilimin tarihsel sürecinde Osmanlı'nın insanlık mirasına katkısı çok güçlü olmadığı fakat, güçlü  kültürsel bir hegemonya hakimiyeti oluşturduğu gerçeği de unutulmamalı.  Elbette askerlik ve ordu konularında İlber Ortaylı'nın dediği gibi "bazı milletlerden müzisyen, bilim adamı, iyi mimar çıkar bizden de askerlik alanında büyük örnekler ve katkılar çıkmıştır" demesi bir tespitin neticesidir. Bu tespitle gelişmişliğin nasıl bir çeşitlilik içinde ilerlediğini ve ilerlemesinin şartlarını daha iyi kavramış oluyoruz. Ortadoğu'dan Türkiye'ye coğrafyaya   baktığımızda ütopyası kilitlenmiş bir resim çıkıyor karşımıza. Yeni gelen hükümetler Türkiye'de olduğu gibi ya eskinin inşa modelini günün şartlarına göre uydurmaya çalışıyor yada eskinin propagandasını yaparak iktidarını sağlama almaya çabalamakta. Suni olmayan gerçekçi "yeni" yi koymak konuşulanı değiştirmek ileriye dönük konuşmak daha mutlu ve aydınlık bir toplum yaratmaktır.
cartoon-utopia
    Avrupa'nın rönesans ve reform hareketlerinin düşünsel ve tarihsel mirasını oluşturan İslam coğrafyasının bugün toplumsal gerçekliklerden uzak oluşu, dünyada Afrika ve İslam bölgelerinin kontrol edilebilir güruh anlayışı, mezhepsel ve etniksel ayrıştırmalara gebe ortamların yaratılması, kontrollü tek adam (hanedanlık) yönetimleri, bağımsızlık mücadelelerini engellemenin en çarpıcı yollarıdır.  İslam dünyası  Doğan Kuban'ın ifadesi ile bugün dünyanın proleteryası durumundadır. Avrupa'nın  ve ABD'nin İslam coğrafyasına 20.yüzyılın başından bu yana ısrarlı politikaları neticesinde Türkiye'ye 12 Eylül darbesinin 24 Ocakları kararları ve değiştirilen Türkiye'nin ekonomik ve doktriner dayatmaları süregelmiştir. bugün ise ılımlı islam politikası "medeniyetler ittifakı"adı projesi neredeyse ortadoğu coğrafyasında birbiri ile düşman olmayan devlet kalmamıştır. Elbette emparyalizm olgusunun burda rölü büyüktür. Fakat en temel nokta Türkiye'de yaşanılan aydınlanma hareketi içindeki Avrupa'nın rönesans ve reform aydınlanmasının Anadolu'da hala yaygınlaşamaması sorunu.  Köy Enstitüleri ile başlayan Anadolu toprağının uyanışı, Köy Enstitüleri'nin kapanması ile kör-topal ilerlemiştir. Enstitülerden yetişenlerin etkisi bugünkü nesile ufu vermekle beraber, köylünün toprağa küstüğü tarım ve hayvancılığın bittiği, HES projelerinin doğa yıkımı ile toprağı insana unutturmak bugünleri daha çetin kılmaktadır. Yeniden biçimlenecek bir mücadele ortaklığı, yaşadığımız bu olaylarla biriken tecrübe ile doğacaktır.
   Gelelim daha yakından yaşadığımız ritüel haline gelmiş politikalara. Bugün bilimsel eğitimin kriteri olarak görülen; her şehre üniversite açarak kar-rekabet dürtüsü ile bilim üretme anlayışı  üniversiteleri salt meslek edindirme yerleri olarak görmek yanlıştır, fakat bilim olmayınca üniversiteler de meslek edindirme kursları olarak yerini almakta. Ne olmalı Üniversite ? nereye doğru evriliyor ?  Üniversiteler herşeyin tartışıldığı düşünce harcandığı bağımsız yapılardır. En somut ve açık görevi budur. Son zamanlarda yaşanılan öğrenci eylemleri başta ODTÜ'teki öğrenci direnişi olmakla beraber, yetişkinlerin unuttuğu direnme gücünü yeniden hatırlatan ve yeşerten süreçler olmuştur. Bir yandan derslerine çalışarak fikirler ve tekniksel materyaller üreterek bir yandan da bağımsızlık mücadelesi vermek baskılara ve şiddete karşı Türkiye'deki politik hali tetikleyici roller oynamaktadır. Çünkü gençlik her zaman her politik dengede öncül rol oynamıştır. 68 Kuşağının üniversite geleneğindeki katkısı büyüktür. Üniversite geleneği olarak dünyada yeni bir toplumuz. Cumhuriyet devrimi ile gelinen noktada ilk defa girişilen üniversite eğitim politikaları dünya ile engetrasyonumuzu hızlandırmıştır. Bugün baktığımızda Üniversitelerimizin üretkenliği ve bağımsızlığı iktidarın tahammülsüzlüğünün, anti demokratik uygulamaları törpülenmeye çalışılmaktadır. Toplumsal bilim ve birikimin  yaygınlığının azalması paralel olarak iktidarın ideolojik konumunu ve davranış biçimini de belirler.
   Peki bağımsız yerler olması gerekirken bir çok üniversitenin öğrenci olaylarını kınar nitelikte açıklamalar yapması iktidarlı politikleşme yaşaması önünü görememe hastalığıdır. Halbuki sosyal sayısal alanda olsun bilim yapmak sadece deney yada gözlem yapmak demek değildir, Eric Fromm'un direnmek; deyişiyle herkes evet sözcüğünü söylediğinde hayır diyebilme yetisidir. Rektörler, hocalar direnmeyi bırakır gerçeklere gözlerini yumar medya gibi 3 maymunu oynarlarsa yandaş ve yancılığı şirketleşen üniversite geleneğinde tabiri caiz trend haline gelmesini sağlarlar. Üniversitelerde de ufku körlenmiş nereye gittiği meçhul bir eğitim sistemi ve buna paralel yönetim sistemi oluşur. Bağımsızlığın kıstası, ütopyalar kuran bir gençlik bir nesil ile süregelir, ne zaman ki hayal kurmayı bırakır, o zaman körleşir gerçeklere yumar gözlerini toplum. Direnmek hayatı sevmektir hayatı sevmek sınırların ötesine doğru yürümektir. Jules Verne'in kitaplarındaki icatlar öldükten yıllar sonra geliştirildi ve yapıldı. Ütopya ve daha iyi bir dünya düşüncesi insanın tarihsel hikayesinin bir parçası olduğu gibi değişmez yasasıdır ve  bunu örgütlü yapan toplumların tarihi yazdığı ve yarattığı bir gerçektir.
   Üniversiteler ütopyalar üretebilen yerler olursa ancak evren şehir anlamına layık olur. Ütopyası olmayan bir eğitim süresi  evde ezberlenebilecek ve daha sonra unutulcak bilgi alımı anlamına gelir. Özellikle sosyal bilimlerin alanı sosyal ve siyasal olaylardır. Fakat güncelle ilgilenmek şartıyla dünden başlayarak tahlil etmek ve bugünkü sorunların sorusunu sorarak cevap bulmak daha somutsaldır. Filozofik bir temelle somut olayların ki hep siyasal süreçlerle ortaya çıktığından gerçekleri konuşmakta siyasettir. Yoksa insanlar evlerinde oturup kitap ezberleyebilir, fakat mesele bizim ezberlediklerimizi nerede yıkacağımız yada üstüne bir şey katabileceğimiz alanlardır. Bundan dolayı hayır diyebilme yetisi ile gerçekleri haykırma ve ileriye dönük ütopyalar geliştirebilme beraberdir. Bilimin ve sanatın iklimi insanlar ütopyalar kurdukça gelişir. Gerçek bugün zindanlardaki aydınlardadır, öğrencilerde, gazetecilerde, işçilerde, hayır diyebilenlerdedir. Ütopyaların gerçekleşmemesi yada olma ihtimallerinden ziyade önemli olan insanların başka bir dünya yada başka bir düzenin mümkün olduğunu anlamalarıdır . Sevgi ve gerçeğin büyüsü bizlere bunu göstermiştir.

Doğan Sevimbike

dosevimbike@gmail.com