19 Temmuz 2017 Çarşamba

Ormanın Yolu ve Doppler




Doppler, Şehir hayatının mecbur kıldığı modern dertlerden “başarılı” olmaya karşı aynı zamanda statükoya/düzene karşı da bir başkaldırı denemesi. Sadece survivor yada yaban hayatında hayatta kalma mücadelesi değil, şehrin yakınındaki bir ormanda geçirilen aileden ve medeniyetten uzak bir mola ve bir eğitim; yaşamın gerçekliğini farkedebilme ve o gerçekliği talep etme süreci. Hepimiz yaşadığımız ortamların gerginliğinden ve baskısından kurtulup maviye yeşile salıveririz kendimizi, bir kaç günlük bir kaç saatlik huzur ve sakinlik için.  Her gün zaman harcadığımız sosyal ağlarda rastlarız; şehir hayatından bıkıp doğaya gidenlere, köye ve ormana yerleşenlere. Sayfalarca yazı kitap makale söyleşi; eko-köyler ekolojik sıfatlı politikalar ve kişisel deneyimler peki çoğu neyi amaçlıyor gerçekten doğa-insan-özgürleşme mi? yada başka bir endüstriyel sürecin parçası mı? Doppler de bu özgürleşmeye dair bilinçli bir karşı duruş gösteriyor.

Modern şehir hayatının getirdiği rutinlik, para kazanma, hırs, yarış, beğeniler beğenilme vs.. borçlar, eşya alım satımı ve ileride daha çok eşya almak ve daha çok tüketmek tükettikçe üreten ürettikçe tüketen bir kısır döngü. Bu çarkın içinde zamanın daralması, ömrün kısalması bir süre sonra da hayatı sorgulama. Bilgiyle aydınlanmış bir sorgulama, fakat geç bir sorgulama; zamanın çoğunun yitip gittikten sonra eyleme geçmede bir sonuç alınamayacağı ve değmeyeceği yanılgısı. Günümüzde karamsarlık umutsuzluk artık genç yaşlara kadar inmiş durumda. Niteliksiz ve hayattan kopuk bir eğitimin verilmesi ve modern dünyanın bu eğitimle yürümesi uyuşmazlığı; hızlı tüketim sorunu, geleceksizlik kaygısı, mutsuzluk, bencillik yozlaşmışlık ve düşmanlık. Bertrand Russell, “çalışmak abartılmış bir erdemdir” der. Nazilerin toplama kamplarının girişinde de şöyle yazar; “Arbeit Macht frei” “çalışmak insanı özgürleştirir”. Russell’in abartılmış eylemden kasetettiği budur kanımca. Bugünkü modern şehir hayatının her yerinde verilen steril "başarı" hikayeleri ve çok çalışmanın zaferi! gibi mesajlarla bu mesajın arasında pek fark yok sadece modernize edilmiş renkliliği ve "çekiciliği" var. Erlend Loe'nun dünyanın başka bir bölgesinde ama aynı modern dünya sorunlarına dair bir protesto hareketiyle kitabını yazıyor; ormana giriyor.

Doppler’in yolu ormana düşüyor orman (doğa) ise Doppler’i özgürleştiriyor.
[caption id="attachment_1290" align="alignright" width="300"]Den norske forfatter Erlend Loe er aktuel med sin tredje bog i serien om Doppler. Erlend Loe[/caption]

Nordik edebiyatı bu işi iyi beceriyor; modern dünyanın cehalet eğitimi ve modern yaşantının stresli dünyasına karşı “Eğitim” özellikle de erken yaşlarda çocuk eğitimi ve öğretimi konusunda çocuk edebiyatına yaptığı katkılarla biliyoruz. Doppler de böyle bir roman, ütopyamsı bir roman olarak da görebiliriz.

Hikayenin kahramanı Andreas Doppler çok başarılı bir aile babası, güzel bir eve sahip. Başarılı olduğu iyi bir işi de var. Bir gün ormanda bisiklet sürerken düşüyor. Bu düşüş kendinde bazı şeylerin değişmesine sebep oluyor ve bir kaç gün sonra işini evini ailesini terk edip ormana yerleşiyor. Modern hayatın her türlü disiplini ve rutinliği içindeki bir yaşamdan ormanın kaotik ama kendine has bir düzeni içinde yaşamaya başlıyor. Fiziksel zorluklarla başa çıkıyor, ara ara şehre inip alet almasının yanında ormanda buldukları ve avladıkları ile hayatını idame ediyor. Bir zaman sonra topladıklarını verip şehirdekilerden ihtiyacı olanı alıyor. Takas ekonomisi de uzun sürmüyor tabi. Bu dervişlik-ermişlik eğitimi bütün bir kış ve baharn ortalarına kadar devam ediyor. Doğanın ölmeye başladığı bir zamandan yaşamın tekrar doğduğu bahara kadar Ormanda yaşıyor ormanla yaşıyor, ormanla anlaşıyor;

doppler

“Bir daha asla fatura ödemeyeceğim.                                
Takastan, hırsızlıktan ve ormandan                                  
geçineceğim. Ben ölünce de orman                                    
benden geçinecek anlaşma böyle”

Kitabı okurken baştan sonra Doppler’in içinde bulunduğu durum ve aldığı haz bana Epikür felsefesini hatırlattı. Doğa felsefesinin hümanizmasının temeli sayılan Epikürcü felsefe. Dinden-otoriteden ziyade ahlakı temel alan karşıt bir hümanizma hareketi. Romanda da bu epikürcü felsefeyi Andreas Doppler’in ifadelerinde yer yer görebiliyoruz. Kendisini Doppler’le özdeşleştiren kitabın yazarı Erlend Loe’nun bir röportajında da aktardığı gibi;

“Benim bir tanrım yok ve olanlara karşı da şüpheciyim. Ben tesadüfen burada olduğumuza inanıyorum. Etrafımızda olup biten zulüm ve aptallıklar karşısında şaşırmadan edemiyorum. Otoritelere asla güvenmiyorum, ve onlar ne kadar güvenimizi talep ediyorlarsa onlara o kadar az güveniyorum.”

Geçenlerde  “intelligent trees” adlı bir belgesel izledim. “ağaçlar da sosyal varlıklardır hisleri ve dilleri vardır, rekabet yoktur uyum vardır” diyordu belgeselde. İnsanla ağaç arasında şiirsel bir etkileşim var bence. Ormana yürümeye, Ağaçların olduğu yollardan yürümeye devam o halde...

Doğan Sevimbike

DOPPLER
Erlend Loe
Çeviri: Dilek Başak
Yayınevi: YKY, 2016


Intelligent Trees: Trailer

https://www.youtube.com/watch?v=a7tma6inuHo


Hiç yorum yok: