8 Ekim 2016 Cumartesi

ŞİLİ'DE GİZLİCE: Gabriel Garica Marquez'in Anlatımıyla Miguel Littin'in Serüveni





Ülkemde yenilgiye uğrayan
Kara kaptan,
Gururlu kanatların
Son dalganın, ölüm dalgasının
Üstünde  süzülsün.

Pablo Neruda,
“Gezgin Albatrosa Övgü”


 11 Eylül 1973 tarihinde sosyalist başkan Salvador Allende’nin amerikancı bir darbeyle devrilip General Pinochet’in  iktidara gelmesiyle 15 yıl sürecek olan diktatörlük rejimi başlar. Miguel Littin ise darbeden sonra Avrupa’ya kaçan bir yönetmen. Şili’deki diktatörlüğü tüm dünyaya anlatmak için doğup büyüdüğü ve terk etmek zorunda kaldığı toprakara 12 yıl sonra sahte bir kimlikle yönetmen olarak geri döner.

  Miguel Littin 1984 yılında kendi tabiriyle işsiz güçsüz olduğu bir dönemde aklına Şili’yle ilgili bir film yapmak gelir. General Pinochet’i küçültmek ve onun yarattığı diktatörlüğe sinemanın gücünü göstermektir kafasında kurguladığı hayal. Dostlarına bu fikri açar olumlu yanıtlar alır ve destekler görür. İtalyan yapımcı Luciano Balducci onu Şili direniş örgütünden üst düzey biriyle tanıştırması ile Paris’in cıvıl cıvıl bir kahvesinde heyecanla yapılan sohbette herşey en ince ayrıntısına kadar planlanır. Miguel Littin gerçekleştireceği fantaziyi tüm ayrıntılarına kadar konuşurlar. İlk olarak Ülkeye yasal yollardan giren üç film ekibini yönetmek ve onların ülkeye girişlerini sağlamak olacaktır. Bu üç film ekibi birbirlerinden haberdar olmayacak ve her birinin başında siyasal birikime sahip hangi amaçla orada olduklarını bilen ekip başları olacaktır. Miguel dışında da kimseyi tanımayacaklar ve hepsi Şili’nin çeşitli bölgelerinde farklı konularda belgesel-film çekmek üzere izinlerle gelmiş olacaklar.

   Sahte bir kimlikle Urguaylı bir iş adamı olarak yeni bir eşle birlikte, İtalyan, Fransız ve çeşitli kimliklerden Hollanda pasaportu taşıyan bu üç film ekibiyle ayrı ayrı bölgelerde çalışmalar yapar Miguel Littin. Şili’deki gizli direniş örgütleri de kendisine orada bulunduğu sürede yardım ederler. Latin Amerika’nın en sıradışı ülkelerinden biri olan Şili’nin sokaklarında Pinochet iktidarı boyunca halkın yaşadıkları sorunları da gözler önüne serer ve belgeler. Serüven boyunca Şili ve Şili tarihi hakkında bir çok şey de öğreniyoruz. Şili ölçeğinde bir devrimci  ve sanat dolu şiirsel bir latin Amerika ruhunu da gösteriyor bize anlatı. Kitapta Salvador Allende, Pablo Neruda ve Violeta Parra gibi Şili’nin asla ölmeyen ölülerine yer veriliyor onların büyüklüğü altında ezilen Pinochet yönetimi ve Şili’yi Şili yapanlar...


        The Metropolitan Cathedral of Santiago - Plaza de Armas / Şili

Kitaptan

  Gazetemi okumak için bir banka oturdum, ama satırların üzerinde dolaşan gözlerim hiçbir şey görmüyordu. O parlak sonbahar sabahında oracıkta otururken öylesine yoğun duygular içindeydim ki dikkatimi toplayamıyordum.  Birden saat on ikide patlayan topun gümbürtüsü duyuldu, güvercinler korkuyla kaçıştılar, Violeta Parra’nın en duygulu şarkısı olan Gracias a la Vida’nın notaları katedralin çanlarından döküldü. Dayanılacak gibi değildi. Violeta’yı onun o sarsılmaz onurunu düşündüm, kim bilir kaç kez Paris’te aç ve evsiz barksız kaldığı geldi aklıma. Bu yönetim onu hep dışlamıştı, şarkılarını umursamamış, başkaldırıcılığıyla alay etmişti. Violeta’nın şarkılarındaki güzelliği, o şarkılarındaki derin insancıl gerçekleri Şili’nin, tarihi boyunca gördüğü en kanlı ölümlere tanık olması ve Violeta Parra’nın kendini öldürmesi gerekecekti. Carabinero’lar bile onun şarkılarını hayranlıkla dinliyorlardı, ama onun kim olduğu, ne düşündüğü ya da neden bu şarkıları söylediği konusunda en ufak bir şey bilmiyorlardı.



  Türkiye, Violeta Parra ile belki de 1976 yılında Behice Boran’ın Genel Başkanı olduğu Türkiye İşçi Partisi’nin düzenlediği “Şili Halkıyla Dayanışma Gecesi” etkinliğinde,  Parra’nın çocukları olan Isabel ve Angel Parra’nın şarkılarıyla tanıştı. Aynı zamanda Şili Sosyalist Partisi üyesi olan Violeta Parra; Victor Jara, İnti İllimani gibi sanatçıların içinde yer aldığı yeni şarkı ( la nueva cancion – Şili özgün müziği) akımının da öncülerindendir.

  







   Diktatör bir rejim altında sahte bir kimlikle sahte bir çekim politikasıyla devletin araçlarını da kullanır yönetmen. Pinochet’in askerleri ile sohbetler devlet daireleri vs. Pinochet’in sarayında bile çekim yapar. Film çekimi tüm kitap-anlatı boyunca gizli bir örgütlenmenin de hikayesi. Sinemanın örgütlenmesi. Sanatın baskıya rağmen yeşermesi gerçeği. Gabriel Garcia Marquez, Miguel Littin ile yaptığı 600 sayfayı bulan röportajından çıkardığı bu ustaca anlatısıyla, bizi darbe dönemi Şili sokaklarına götürüyor. Miquel Littin’in anlatımları, anıları Marquez’in büyülü dünyası ile birleşince ortaya sürükleyici bir eser çıkmış. Sinema okuyanlar için temel bir kitap diyebilirim. Hatta Sosyal Bilimler okuyanların mutlaka alıp okuması gereken bir kitap. Sanat, siyaset, tarih okurken  Marquez’in dili ve Latin Amerika’nın devrimci romantik ruhunu hissedebiliyorsunuz. Keyifle okunuyor ara vermeden soluksuz okudum diyebilirim.

   Bu tarz kitaplar konusu, anlatım tarzı ve haykırışları sebebiyle 12 Eylül darbesi görmüş bizim gibi ülkelerin karşılaştırmasını yapmak için çok ideal bir politik-sanatsal ve kuramsal ufuk ve çerçeve oluşturuyor. Lakin üniversitelerde yazılan tezler araştırmalar, ödenek ayrılan burs verilen araştırma konuları malesef bu dediğimden çok uzak. Var olanlar da kendi çabası üzerinden birşeyler yaratıyor ama kurumsal bir yaratım kabiliyeti yok dolasıyla devamlılığı da yok. “Dünya iyi insanların yüzü suyu hürmetine dönüyor” derler ya Türkiye’de de 12 Eylül 1980 darbesinden den bu yana iyi-mücadeleci üretken insanların yüzü suyu hürmetine ayakta “kalıyor” kalabiliyorsa. 12 Eylül darbesi işkenceler, idamlar, fişlemeler ülkenin aydınlık ufkunun yok edilmesi, ama 12 Eylül’de Türkiye’de Gizlice yapılanlar; çok hikayeler öyküler var yaşanmışlıklar var. Romanlaştırıldı mı ?. Edebiyatla bir yol alındı mı ?.  Pek zannetmiyorum 12 Eylül sonrası yada 12 Eylül edebiyatı var mı ?  Adalet Ağaoğlu, Mehmet Eroğlu, Ahmet Altan’lar, Latife Tekin, Oya Baydar vs.. bugün neredeler ? siyasi söylemleri durdukları yer malumumuz(?) yetmez ama evetçilike yada cemate bulaşmış durumları görüyoruz izliyoruz. Şöyle bir baktığımızda aslında bir 12 Eylül ürünüdürler de.  Elbette iyi yazarlarımız var fakat benim kastettiğim dünyaca okunan Türkiye’deki siyasi gerçekleri edebiyat dili ile dünyaya taşıyan bir literatürümüzün olmaması.  Bu şuna bağlı: Akademi dünyası, hergün maruz bırakıldığımız suni ve önemli gösterilen değersiz gündemler..  çoraklaştırılan dilimiz kavram dünyamız ve edebiyat sanat gücümüz.. Hepsi birbiriyle bağlı bağlantılı olmak zorunda da. Bir ara da bu konuyu genişçe değerlendirmeye çalışacağım.
                                                                                                                                                        
                                                                                                                                      Doğan Sevimbike 

Violeta Parra’nın Şarkısı ile bitirelim; “Gracias La Vida”
 



Teşekkürler Hayat

Teşekkürler hayat, bana çok şey verdin
Bana iki göz verdin ki onları açtığımda
Kusursuzca ayırdedebiliyorum, siyahı beyazdan
Ve yukardaki göğün yıldızlı zeminini,
Ve kalabalıkların içinden sevdiğimi.

Bağışlayan hayat, Teşekkür ederim.
Bana verdiğin kulaklar tüm boyutlarıyla,
Kaydediyor- gece gündüz- cırcır böceklerini ve kanaryaları,
Çekiçlerin, türbinlerin, tuğlaların ve fırtınaların,
Ve sevgilimin şefkatli sesini.

Teşekkürler hayat, bana çok şey verdin.
Bana sesi ve alfabeyi verdin.
Ve o sözlerle istediğimi söyleyebiliyorum;
kim ‘anne’, ‘dost’, ‘kardeş’ ve nedir parlayan bir ışık,
Ve aşkın ruhun kökünden geldiğini.

Teşekkürler hayat, bana çok şey veren,
Yorgun ayaklarımla yürüyebilme yetisini de verdi bana.
Onarla şehirleri ve su birikintilerini teptim
Vadiler ve çöller, dağlar ve ovalar.
Ve senin evini, senin sokağını ve senin avlunu.

Teşekkürler hayat, bana çok şey veren
Bana bir kalp verdi; tüm bedenimi ürperten,
İnsan aklının meyvesini gördüğümde,
İyinin kötüden ne kadar uzak olduğunu,
Senin gözlerinin berraklığıyla...

Teşekkürler hayat, bana çok şey veren
Bana kahkahayı ve hasreti verdi.
Onlarla mutluluk ve acıyı ayırediyorum.
Şarkılarımı yapan.
Ve senin şarkını da çünkü aynı şarkımız.

Ve herkesin şarkısı; benim asıl şarkım.

Hiç yorum yok: