Patrick Modiano'ya geçmeden evvel Nobel Üzerine
13 Ekim tarihinde açıklanacak olan Nobel
Edebiyat Ödülü için Haruki Murakami ve Suriye’li Şair Adonis ( Ali Ahmet
Sait Eşber ) en yakın iki aday olarak gösteriliyor. Listede Kenya’dan Afrikalı
romancı Nhuhi Wa Thiong’o, “Ölü Ordunun Generali, Kosova’ya Üç Ağıt” gibi
Türkçe’de bir çok kitabı çevrilmiş olan Balkan edebiyatının güçlü kalemi
Arnavut yazar İsmail Kadare ve yakın zamanda çevrilen “Yarın Savaşta Beni
Düşün”‘ün yazarı İspanyol romancı Javier Marias. Nhuhi Wa Thiong’o ‘nun
dilimizde “Aradaki Nehir” ve “Bir Buğday Tanesi” adlı iki kitabı mevcut. (Geçtiğimiz
Temmuz-Ağustos ayında çıkan Kitap-lık dergisinin 186. sayısında da Afrika
Edebiyatının enine boyuna analizi ve Nhui Wa Thiong’o’nun “Dönüş” adlı öykü
çevirisi mevcut ) Haruki Murakami ise ülkemizde gittikçe artan bir okur
kitlesne sahip ve epeydir Nobel’i hak eden de bir yazar. 2005’te Man Booker
Uluslararası Ödülünü kazanmış 80 yaşına gelmiş İsmail Kadare de öyle. İspanyol
romancı Javier Marias ise 2012’de İspanya Kültür Bakanlığı tarafından verilen
Narrativa Edebiyat Ödülü’ne Los Enamoramientos (Aşıklar) romanıyla aday
gösterilmiş ve kazanmıştı. Fakat İspanya hükümetinin halk kütüphanelerine
yeterince ödenek ayırmadığını eleştirerek ödülün halk kütüphanelerini
desteklemek için kullanılması gerektiğini söyledi ve geri çevirdi. Nobel’e adaylık konusunda birbirinden nitelikli ve değerli
yazarlar gösteriliyor, şüphesiz hepsi çok iyi eserler yaratmış edebiyatçılar.
Bu yazıyı yazarken; Kolombiya
başbakanı Juan Manuel Santos’a Nobel Barış Ödülü verildiğini öğrendim. Kolombiya’da
Hükümet ve FARC arasında 50 yıldır süren
bir çatışma var. Gabriel Garcia Marquez’in doğup büyüdüğü Büyülüğü Gerçekçiliğin
ülkesi Kolombiya...
Geçtiğimiz hafta yaklaşık 60 bin oy farkı
ile referandumdan hayır çıkması sonucu iki taraf arasında yapılacak barış
anlaşması reddedildi. Nobel’i siyasi anlamda tartışmalı bir ödül olarak görsem
de ödülün Kolombiya’ya verilmesi yerinde olmuş. Başta Türkiye gibi çatışmalarla
terörle darbelerle anılan ve boğuşan ülkelere örnek olabileceği kanısındayım.
Aziz Sancar’ın Kristal Elma Festivali’nde yaptığı çağrı çok değerli; “Hayatımda Nobel dahil bütün bilimsel
başarılarımı, herşeyimi Türkiye’deki barış için verirdim. Barışı sağlamanın bir
yolu olsaydı yapardım, eğer onu başarabilseydim Nobel’den de vazgeçerdim. Nobel’i
vermeye hazırım yeter ki ülkeme barış gelsin. Kafamı yoran üzen hep bu olmuştur.” Atılan adımlar
önemlidir örnek teşkil eder. Barış anlaşmasının reddedilmesi ama barış ödülünü
kazanan olması; Marquez gibi büyük biri yazarı yetiştirmiş Kolombiya için büyük
bir adımdır. Umarım ülkemizde de Nobel Ödüllü Bilim insanımız Aziz Sancar’ın bu
kaygısını taşıyan insanların sayısı artar ve bu kaotik durumdan kurtulmanın gerçek
ve hissedilir adımlarını görürüz. Bu arada yakın zamanda kaybettiğimiz Tarık Akan’ın
cenazesine gidememenin üzüntüsünü yaşıyorum. Televizyondan anma törenini
izlerken özellikle Rutkay Aziz’in konuşması beni çok etkiledi. İşte gerçek ve
hissedilir bir konuşma dedim ! devrimci ve aydınlanmadan ve emekten yana !
Uzatmayayım; hüzün ve umut bir bir aradaydı
o gün birşey değişecekse oradan çıkacak.
Anlaşmalar-barışlar, savaşlar-çatışmalar... dünyanın
bütün büyük güçlerinin satranç taşları gibi oynadığı ortadoğu halkları dünyada
barışa en acil ihtiyacı olan coğrafyadır. Bugün dünyanın tek ihtiyacı barış. Kolombiya’daki
siyasi süreç ve barış için atılan adımlar, Nobel Ödülü ile nasıl ki bir sembol
olarak gösteriliyorsa, aynı sembolik durum Suriye için neden olmasın ? Edebiyat
burada gücünü hissetiremeyecekse ne işe yarar ? Hazır Nobel Barış Ödülü
Kolombiya başbakanına verilmişken, Nobel Edebiyat Ödülü de Suriye’nin Lazkiye
yakınlarındaki bir dağ köyünde doğmuş olan Şair Adonis’e verilse ne harika olur!.
Savaşların coğrafyası az da olsa şiirle edebiyatla anılsın bir süreliğine..
Belki bir kuşağı dogmalardan bağnazlıktan kurtarabilir değiştirebiliriz. Aklın
ve barışın yolunda edebiyatla şiirle yürümesini sağlayabiliriz.
Adonis’in Barış şiirinde dediği gibi;
Barış
çölün yalnızlığında
ilerleyen yüzlere
ot ve ateş giyinmiş Doğu'ya
ot ve ateş giyinmiş Doğu'ya
denizin yıkadığı
toprağa
ve onun sevdasına barış
ve onun sevdasına barış
yağmurlarını verdi bana
baş döndürücü çıplaklığın
kendini bana adıyor yıldırım
benim bağrımda olgunlaştı zaman
bak işte Doğu'nun parıltısı kanım
su çeker gibi çek beni ve yok ol
yitir beni yankısı ve şimşeği var oylukların
su çeker gibi çek beni gövdemle örtün
nirengidir ateşim ve yıldızdır
yön yaramdır benim
heceliyorum
bir yıldızı heceliyorum resmini çiziyorum
kaçaktır yurdumda yurdum
heceliyorum onun çizdiği yıldızı
yenik günlerinin ayak izlerinde
kendini bana adıyor yıldırım
benim bağrımda olgunlaştı zaman
bak işte Doğu'nun parıltısı kanım
su çeker gibi çek beni ve yok ol
yitir beni yankısı ve şimşeği var oylukların
su çeker gibi çek beni gövdemle örtün
nirengidir ateşim ve yıldızdır
yön yaramdır benim
heceliyorum
bir yıldızı heceliyorum resmini çiziyorum
kaçaktır yurdumda yurdum
heceliyorum onun çizdiği yıldızı
yenik günlerinin ayak izlerinde
ey sözün külü
gecende bir çocuğu daha var mı tarihimin?
gecende bir çocuğu daha var mı tarihimin?
"Kan Kırmızı Sergi" Fotoğraf: Birgün |
Adonis’ten bahsetmişken yakın zamanda açılacak sergiden de bahsedeyim; Şair Adonis ile ressam Habip Aydoğdu’nun yaratımlarıyla şiir ve rengi bir araya getiren “Kan Kırmızı” sergi 26 Ekim- 25 Aralık İzmir Folkart Gallery’de sanatseverlerle buluşacak.
Paris anılarının
esiri olmuş bir yazar: Patrick Modiano
2016 Nobel Edebiyat Ödülü'nün kime verileceğinin açıklanmasına yakın şu günlerde, 2014’de Nobel’i
kazanmış romancı Patrick Modiano’nun “En Uzağından Unutuşun” adlı kitabını
okudum. Modiano’nun dilimize çevrilmiş “Yıkıntı
Çiçekleri”, “Bir Gençlik”, ve “En Uzağından Unutuşun”, “Kötü Bir İlkhabar” ve “Bir
Sirk Geçiyor” adlı kitapları mevcut. Fakat ne yazık ki bir çoğunun baskısı
tükenmiş. Madiano her kitabında aynı şeyleri anlattığı için eleştirilmiş
Guardian’da okuduğum bir makalede “Paris anılarının esiri olmuş yazar” diye söz
ediyordu. Paris’in işgal yılları, anılar, kimlik, kayıplar ve gençlik onun
romanlarının başlıca unsurları.
1945'te Paris’in işgal yıllarında İtalyan göçmeni Yahudi bir baba ve Belçikalı tiyatrocu bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Lisede hocası olan Fransız yazar Raymond Queneau sayesinde edebiyat çevreleri ile de tanıştı. Ünlü Paris 68’nin yaşandığı yıllarda; İlk romanı “La Place de l’Etoile”i (Yıldızın Yeri) 1968 yılında yayımlandı. İsveç Akademisi daimi sekreteri Peter Englund ise Modiano’yu “çağımızın Marcel Proust’u” olarak nitelemiş. Pek iddiali bir cümle. Proust gibi bir yazarla kıyaslayabilmek popüler kültürün etkisiyle söylenmiş olabilir diyorum. Ama yinede tüm kitaplarını bulup okumadan kesin bir şey diyemem elbette.
Kitaptan:
“Günübirlik yaşayan yoksul, sevecen bir genç adam, yavaş yavaş neredeyse kendiğilinden kurulan ama hiçbir zaman sonu belli olmayan dostluk ve aşk ilişkileri, kısa süren sevinçler, kolay kolay dışa vurulamayan kuşkular ve acılar... Patrick Modiano alabildiğine yalın ama aynı ölçüde duyarlı ve şiirsel bir dil kullanarak okuru yarattığı dünyanın içine çekiyor.”
Modiano, sade dili ve yalın anlamıtıyla bizleri Paris sokaklarına
götürüyor. Aynı zamanda Tahsin Yücel’in usta çevirisiyle de bir türkçe şöleni. Gerard
Van Bever, Jacqueline arasında geçen dostluk ve aşk, Dante Kafe’de yaptıkları
sohbetler, aralarına giren insanlar yeni dostlar ve Londra’da eski püskü bir
otel. Hyde Park’taki yürüyüşler yeni dostlar ve ayrılık. Yıllar sonra Paris
sokaklarında yürürken bir ev partisinde Van Bever’in Jacqueline’ı bulmasıyla
kuşkuların da belki son bulması. Ama Jacqueline, Van Bever’in dünyasında kentin
istasyonlarında kafelerinde sokaklarında ışıkları altında bütün bir sis içinde beklenen,
aranan bir sonsuzluk yada bir unutuş. Değişen hayatlar, yarım kalmış yada kısa
süreli ilişkiler ve Paris sokakları...
Patrick Modiano Fransız şair Stefan
George’un yapıtından esinlenerek yazmış romanını.
Stefan George’dan bir şiir; romanı da anımsatıyor biraz.
Sessiz Şehir
Bir şehir vadinin içinde
Solgun bir gün geçip gitmede
Ne yıldız, ne de ay, çok geçmeden
Gece belirecek gök ülkesinde.
Sisler inet bütün dağlardan
Uyuyan şehrin üstüne
Ne bir ev, ne bir dam, ne de bir
çatı
Ne bir ses yükselir dumanlardan
Ne köprü belirir, ne kule
Gene de yolcu korkuya düşünce
Küçüçük bir ışık parıldar derinde
Dumanlar içinden, sisler içinden
Bir övgü şarkısı yükselir göğe
Bir çocuk ağzından.
Doğan Sevimbike
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder