27 Eylül 2016 Salı

Doğan Kuban'dan Halil İnalcık'a: "Soramadığım Sorular"




Yakın zamanda kaybettiğimiz Halil İnalcık hoca hakkında Doğan Kuban hocamızın (Herkese Bilim Teknoloji dergisi) HBT'de 12 ağustosta yayımlanan yazısını, gündemin kısır politik buhranından arınmak ve olaylara daha derin bakmak adına paylaşmak istiyorum. Türkiye'nin bana göre nesli tükenen bilim insanlarından olan Halil İnalcık ve Doğan Kuban gibi hocaları okumalı anlamaya çalışmalıyız. Ülkemiz; bilim özellikle popüler bilim, halk için bilim tarzında dergilere yeterince sahip değil. Malesef bir bilim kültürümüz yaratılamadı, son yıllarda çabalar ve girişimler var ama bilimsel kurum kültürü olmadan bu zor. 
Cumhuriyet gazetesinin eki olarak yayın hayatına başlayan Cumhriyet ve Bilim Teknoloji eki, gazetenin eki kapatmasıyla haftalık olarak çıkan dergi gene Orhan Bursalı'nın başında olduğu bir ekiple sonsuz çabalarla "herkese bilim teknoloji" adı altında haftalık yayınlanmaktadır. Haftalık dergi, hele ki popüler bilim dergisi çıkarmak; üniviersiteleri zayıflamış bütün gündemi savaş-terör-darbe olan Türkiye gibi bir ülkede bunu azimle kararlılıkla devam ettirmek çok değerli ve saygıdeğer bir iştir. Orhan Bursalı'ya hala bilimin ve aklın öncülüğünü dert edindiği inatla ve umutla halka bilimi sevdirmeyi ve merak ettirmeyi sağladığı için binlerce kez teşekkür ediyorum. HBT gibi bağımsız bilim, kültür ve eleştirel düşünce dergilerinin artması dileğiyle...

                                                                                                                                  Doğan Sevimbike



Halil İnalcık ve ona soramadığım sorular

Şikako’da uzun süren hocalığı sırasında kendisiyle birlikte olan, yakın akrabam profesör Fahir İz’in tanıklığı ile, İnalcık’ın ekonomik ve toplumsal tarih alanında etkili bilimsel kişiliğini de öğrendim. Basının şan, şöhret, ödül, nişan, hocaların hocası gibi övgüleri dışına, alanında neler yaptığını anlatan tarihçi öğrencileri herhalde hocalarını kamuoyuna daha iyi tanıtacaklardır.

Göçer Türklerin fethettikleri ve ilk kez yerleşik düzene geçtikleri Anadolu’ya “Turchia” adını veren ilk kez İtalyanlar oldu. Göçer Göktürk’lerden sonra, Türkiye adını taşıyan ilk yerleşik Türk vatanı Cumhuriyet’le kuruldu.

Türk halkına sahibi oldukları bu ülkenin tarihini anlatmak, onun daha uzun bir tarih içinde kimliğini belirlemek, yaşadıkları ülkenin coğrafyasında yaşamış, daha erken insan kuşaklarını tanıtmak, tarihçi ve arkeologların ilk kuşaklarına verilmiş bir görevdi. Tarih, dil ve coğrafya yeni Türkiye’nin insanının ülkeye sahiplik ve uygarlık bağlamında ilk öğrenmeleri gereken konulardı. İnalcık bu görevi, sadece profesyonel bir akademisyen olarak değil, bilinçli bir vatansever cumhuriyetçi olarak benimsemiş ilk kuşak öncüleri arasındadır.

Sistematik Geliştirdi

Osmanlı tarihçisi olarak Türk tarihi öğrenimine kazandırdığı en önemli şey, belki de, milyonlarca belgenin incelemesinde uygulama sistematiğinin geliştirmesi olmuştur. Bu bağlamda Arnavut Sancağı Tahrir Defterleri’nin transkripsiyonunun önemini özellikle vurguladığını Muhittin Eren’den dinlemiştim.
Onun en çok okunan kitabı, ilki önce İngiltere’de basılmış sonra Türkçeye çevrilmiş Osmanlı Tarihinin 1300-1603 arasındaki dönemiydi. “Osmanlı İmparatorluğunun Toplumsal ve Ekonomik Tarihi adlı 1995’de  Cambridge’de yayınlanan kitabı, çalışmalarının sınırlarını en iyi yansıtan bir yapıttı. Bunun ilk cildi İnalcık tarafından yazılmış, 2000’de Halil Berktay tarafından çevirisi Tarih Kurumu tarafından basılmıştı.

Editörlüğünü yine İnalcık’ın yaptığı İkinci cilt değişik yazarlar tarafından yazılmıştı. İstanbul’un Fatih döneminin belgelere dayalı olarak yerleşme istatistikleri, ve Türk aile yapısı üzerinde çalışmaları da aydınlatıcıdır.
Halil İnalcık, Osmanlı tarihini yazılı kaynakların dikkatli incelemesine dayandıran bilimsel tarih yazarlığının saygın örneği oldu. Tarihi övgülerle doldurmayan, hikaye anlatmayan, laf cambazlığı yapmayan üslubu ile, Türk yazınında hala devam eden amatör propagandacı tarih yazımı geleneğini, kendi öğretiminden uzaklaştırdı.

Tarihi halka öğretme görevi

Onun kuşağı ve onu izleyen bizim kuşak ağır bir sorumluluk taşıyorduk. Anadolu’da oturan, büyük kentli olmayan, kendi sınırlı Türkçesini konuşan, okumamış bu ülke insanına bir Türk devletinin üyesi olduğunu, bir dili ve tarihi olduğunu öğretme, bu tarihin Cumhuriyet’le başlamadığını bilmesi gerekiyordu. Bu bir kimlik ve güven sorunu idi. Bunu gerçekleştirmek için Osmanlının neden battığını değil, neden bu kadar uzun yaşayabildiğini, bütün pozitif verileriyle incelemek gerekiyordu. Önce başarılardan başlamak gerekiyordu. Halil Hoca ve arkasından gelen kuşağa göre, Türk ulusunun dünya içindeki konumu ve varlığının, başarı hanesine yazılması ve kesin verilere dayandırılması gerekiyordu. İnalcık’ın düşüncesinde tarihin bı pozitif aşaması 1603’te bitiyordu. Bu Cumhuriyet’in ilk dönemi için bir tür zorunluluktu. Lise öğretimimizde bizim tarih hocalarımız böyle yaptılar. Arkamızdaki tarihi bütünüyle kötüleyemezdik.
Peki Osmanlı neden yok olmuştu?
Fakat Cumhuriyet oturduktan sonra, özellikle 1980’den sonra, emperyalizme yeniden kurban olmamak için, Osmanlının neden yok olduğunu öğrenmemiz gerekiyordu. O kadar tantana ile başlanan Tanzimat’ın neden fiyasko ile sonuçlandığını halka anlatmak gerekiyordu. Bunları en iyi bilenlerden bir İnalcık idi. Avrupa ile Osmanlı’yı anlatan kitabında Avrupa’nın gerçekleştirdiklerini anlatıp bizim hangi nedenle geri kaldığımızı sadece etmek yetmiyor.

“Hasbahçe’de Ayş-ül Tarab” adlı İş Bankası’nın yayımladığı güzel kitabında da, Avrupa’daki sürekli yenilgilerden sonra, sarayın eğlence, ziyafet ve içkiye düştüğü ima edilir.

Bunu ilk Cumhuriyet kuşağından biri olarak anlayabiliyorum. Ne var ki İnalcık sosyal ve ekonomik tarih uzmanı olarak, tarih söylemini çığırtkan, hayali bir kahramanlık ve hamaset söylemine dönüştürmedi. Bu bağlamda da geleceği ciddiyete ve bilime davet etmeye devam ediyor.
Osmanlı kültüründe felsefe olmadığını anımsattım. Bana “Ama sufizm var!” demişti. Sufizm’in bütün çekiciliğine ve şiirselliğine karşın Tanrı yolunda hayal ve spekülasyonla yetinen bir düşünce sistemi olduğunu söyledim. Bunu tartışmadığımızı anımsıyorum.

Belgeyi temel alan nesnellik

İnalcık, eski kuşak Cumhuriyet tarihçileri için oldukça karakteristik bir tutuma sahipti. Bu tutumu, belgeyi temel alan, yorum ve spekülasyonu dışlayan bir nesnelliktir. Nedeni, o zamana kadar yazılı tarihin, “o dedi, bu dedi” yöntemiyle, allamelikle yazılmış olmasıdır. Osmanlı arşivleri ise nesnel tarihçiler için tükenmez bir hazine oluşturuyordu. İnalcık bunun bilimsel sisteminin kurucusudur. Osmanlı tarihinin sağlam, belgesel temelini yazmadan Batı ile karşılaştırmak anlamsız olurdu. Yukarıda da değindiğim gibi, ilk Cumhuriyet kuşaklarının sorunu önce kendi tarihi varlığımızın nesnel ve verilerini derlemek gün ışığına çıkarmak, dünya kamuoyuna sunmak idi. Bu olmadan uygarlığımızla övünmek de olası değil. Bugün değişen, Türkiye’yi uluslararası sıralamada aşağı basamaklarda tutan ve tutacak kültür toplumsal kültür birikiminin yapısı ve nedenleridir. Bugünkü olaylar, dış odakların iç eğilimleri kendi amaçları uğruna uygun olarak yönlendirmeleridir.

Bugün nasıl kapitalizm artık sopadan çok finans kapitalin küresel örgütlenmesinden yararlanarak sömürüyü sürdürüyorsa, egemen uygarlık kültürü de, emperyalizmini, geri kalmış toplumların kültürel yetersizlikleri üzerine kuruyor. Kendi dilinizi geliştireceğinize İngilizce öğreniyorsunuz. Kitaplarınız çeviri. Bilim adamları yetiştireceğinize imam ve hatip yetiştiriyorsunuz. Amerikalılar ve Avrupalılar da ellerini ovuşturup, bıyık altından gülüyorlar.

Soramadığım Sorular

İnalcık bunları biliyordu. Toplumsal ve ekonomik tarih yazımının, Osmanlı bağlamında en büyük ustasıydı. Fakat bu yaşlarda insanlar geleceği düşünemezler. Daha çok geçmişi düşünürler. Ona neden 1603’den sonrası için bir başka tarih yazmadın,  Osmanlı İmparatorluğu o kadar iyi çalışan bir makine olarak nasıl bozuldu ? Nesi çalışmadı ? diye soramadım. Bu satırları kitaplığımın dışında yazıyorum. Sonuçta bunu İnalcık bağlamında daha iyi yapacak tarihçiler var.


Habsburg, Romanof ve Hohenzolern sülalelerinin sonlarının nasıl geldiği iyi biliniyor. Osmanlı’nın yok oluş nedenleri de belli. Fakat Türkler onu daha yazmadılar. Birden devlet kadrolarının yarısı(!) asker ve sivil, boşalıyor. Çağdaş tarihte bunun eşi yok. Acaba bunun Türk tarihinde bir yanıtı yok mu? Her şey yepyeni mi? Yoksa İnalcık Hoca’nın söylemekten kaçındığı bir şey var mıydı? Osmanlı İmparatorluğu’nu yok eden nedeni Türk halkı doğru biliyor mu? Bunda hocann bir suçu yok!


Doğan Kuban 

Hiç yorum yok: